Bir gün bir Alman'a sordum, "Sizlerin Almanya nüfusu sadece 80 milyon, ama 2300'den fazla dünya markası ve 108 Nobel ödülü sahibi var. Siz Almanlar özellikle bir üstünlük duygusuna mı sahipsiniz?" Sonuç olarak, bu Alman bunu duyduğunda oldukça kafası karıştı ve "Bunun benimle ne ilgisi var ki? Ben bu başarıları yaratmaya katılmadım, neden gururlanayım? Hangi ülkede doğduğum tamamen rastlantısal. Neden gururlanacak bir şeyim var?" dedi. Açıkçası, bu yanıtı duyduğumda ben de afalladım. Çünkü biz küçükten büyüğe kadar, dışsal etiketlerden kimlik arayışında bulunmaya alışmamış mıyız? Ama hiç düşündün mü, sürekli olarak "Ben nereliyim, hangi şirkette çalışıyorum, hangi okuldan mezun oldum" diyerek kendimizi kanıtlamaya çalıştığımızda, aslında başkalarının başarılarıyla kendimize pay çıkardığımızı? Çünkü kendi gölgemizin içinde durup kendimizi büyük sanıyoruz. Aslında Almanya'nın bugün ulaştığı başarıların arkasında derin bir kültürel mantık var. Almanya, ebeveynlerin çocuk yetiştirme görevini anayasasında açıkça yazan tek ülkedir. Bilgi vermekten çok, Almanlar becerileri öğretmeye, çocukların yaşam boyu alışkanlıklarını ve problem çözme yeteneklerini geliştirmeye daha çok önem veriyor. Kendi iş hayatımın ilk yıllarını düşündüm, ben de kendimi tanıtırken okuduğum okulu ve çalıştığım yeri vurgulamayı severdim, sanki bu etiketler beni daha değerli kılacakmış gibi. Ta ki bir gün bir abi bana doğrudan "Bunların dışında ne yapabiliyorsun? Sen kendin ne yapabiliyorsun?" diye sorana kadar. O an gerçek özgüvenin kim olduğumdan değil, ne yapabildiğimden geldiğini fark ettim. O zamandan sonra, kendi pratik yeteneklerimi geliştirmeye odaklandım, eserlerimle konuşmaya, sonuçlarımla kanıtlamaya başladım. Başkalarının başarılarına artık ihtiyacımız kalmadığında, içsel güç o zaman en güçlü hale gelir.
View Original
This page may contain third-party content, which is provided for information purposes only (not representations/warranties) and should not be considered as an endorsement of its views by Gate, nor as financial or professional advice. See Disclaimer for details.
Bir gün bir Alman'a sordum, "Sizlerin Almanya nüfusu sadece 80 milyon, ama 2300'den fazla dünya markası ve 108 Nobel ödülü sahibi var. Siz Almanlar özellikle bir üstünlük duygusuna mı sahipsiniz?" Sonuç olarak, bu Alman bunu duyduğunda oldukça kafası karıştı ve "Bunun benimle ne ilgisi var ki? Ben bu başarıları yaratmaya katılmadım, neden gururlanayım? Hangi ülkede doğduğum tamamen rastlantısal. Neden gururlanacak bir şeyim var?" dedi. Açıkçası, bu yanıtı duyduğumda ben de afalladım. Çünkü biz küçükten büyüğe kadar, dışsal etiketlerden kimlik arayışında bulunmaya alışmamış mıyız? Ama hiç düşündün mü, sürekli olarak "Ben nereliyim, hangi şirkette çalışıyorum, hangi okuldan mezun oldum" diyerek kendimizi kanıtlamaya çalıştığımızda, aslında başkalarının başarılarıyla kendimize pay çıkardığımızı? Çünkü kendi gölgemizin içinde durup kendimizi büyük sanıyoruz. Aslında Almanya'nın bugün ulaştığı başarıların arkasında derin bir kültürel mantık var. Almanya, ebeveynlerin çocuk yetiştirme görevini anayasasında açıkça yazan tek ülkedir. Bilgi vermekten çok, Almanlar becerileri öğretmeye, çocukların yaşam boyu alışkanlıklarını ve problem çözme yeteneklerini geliştirmeye daha çok önem veriyor. Kendi iş hayatımın ilk yıllarını düşündüm, ben de kendimi tanıtırken okuduğum okulu ve çalıştığım yeri vurgulamayı severdim, sanki bu etiketler beni daha değerli kılacakmış gibi. Ta ki bir gün bir abi bana doğrudan "Bunların dışında ne yapabiliyorsun? Sen kendin ne yapabiliyorsun?" diye sorana kadar. O an gerçek özgüvenin kim olduğumdan değil, ne yapabildiğimden geldiğini fark ettim. O zamandan sonra, kendi pratik yeteneklerimi geliştirmeye odaklandım, eserlerimle konuşmaya, sonuçlarımla kanıtlamaya başladım. Başkalarının başarılarına artık ihtiyacımız kalmadığında, içsel güç o zaman en güçlü hale gelir.